- You can't afford to hire me. Yeah, because I make $8.00 an hour at Starbucks. Per hour. It's an hourly rate.
- I could pay you per hour.
- Mr. Dawson, I'm sorry,but I have to be in court in eight minutes.
- Beni tutmaya paranız yetmez. evet çünkü Starbucks'da saatte 8.00 dolar kazaniyorum. Her saat için. Saat başı ücret ödeniyor.
- Ben de saat başına ücret verebilirim
- Bay Dawson, kusura bakmayın ama benim 8 dakika içinde mahkemede olmam gerekiyor.
- Listen to me! Look at me. Look in my eyes. Can you feel that? That's my hand. Go on, hold it. We'll get you out of here. I need some help over here! It's okay. You're safe now, all right?|
- Beni dinle! Bak bana! Gözlerime bak! Bunu hissediyor musun? Bu benim elim. Hadi tut onu! Seni buradan çıkaracağız. Buraya yardım lazım. Tamamdır. Şimdi güvendesin, tamam mı?
- I think he was just playing.
- Playing? Covering a baby's mouth is playing? Look at his eyes. He got some evil look in his eyes. He's not a normal boy.
- Bence sadece oynuyordu.
- Oynamak mı? Bir bebeğin ağzını kapatmak oynamak mı? Gözlerine bak. Gözlerinde şeytani bir bakış var. Normal bir çocuk değil.
- I'm world heavy weight champion.
- Nice to meet you, Champ.
- Wait. One drink won't hurt.
- I have something better to do. I'll meet you at the steam bath tomorrow at six. Nice meeting you.
- Ben dünya ağır siklet şampiyonuyum.
- Tanıştığımıza memnun oldum, şampiyon.
- Bekle. Bir içkinin zararı olmaz.
- Yapacak daha iyi bir işim var. Yarın saat altıda buhar banyosunda görüşürüz. Seninle tanışmak güzeldi.
- The babysitter stop at the kid's room. She reaches for the doorknob. Her hand is trembling, her heart is beating fast. Sweat pours down her face. She opens the door...
- Bebek bakıcısı çocuğun odasında durur. Kapı tokmağına uzanır. Eli titremektedir, kalbi hızla çarpmaktadır. Yüzünden terler akar. Kapıyı açar...
- l can't stand lying to anyone else.
- l appreciate that. l'll be honest with you , too.
- There are people at the agency who will want him found . He's very much a victim.
- Başka birine daha yalan söylemeye dayanamam.
- Buna minnettar olurum. Ben de sana dürüst olacağım.
- Bulunmasını isteyecek insanlar var ajansta. O bir kurban.
- Tell her the .. TRUTH!!!|
- No way! If Jasmine found out, I was really some crummy street rat ,she'd laugh at me
- A woman appreciates a man who can make her laugh!
- Bana GERÇEĞİ söyle!
- Asla! Eğer Jasmine öğrenseydi, gerçekten adi bir sokak sıçanı olurdum, ban agülerdi.
- Bir kadın kendisini güldüren adamı takdir eder.
- Explain that to me.
- He must have contracted it at the labour camp at the time of the mining accident.
- That makes him a war criminal just being there?
- Bana alatır mısın.
- Maden kazası olduğu sırada çalışma kampındayken sözleşmeye dökmüş olmalı.
- Bu onu savaş suçlusu yapar mı, sadece orada olduğu için?
- The babysitter stops at the kid's room. She reaches for the doorknob. Her hand is trembling, her heart is beating fast. Sweat pours down her face. She opens the door...
- Bakıcı çocukların odasının önünde durur. Elleri titreyerek, kalbi hızla ataraak kapının koluna uzanır. Teri yüzünden aşağı süzülür. Kapıyı açar...
- My father lives in Finland in a town called Rovaniemi. He has a little house near the lake inside the polar circle. Next month the sun doesn't go down at night. That's the midnight-sun.
- Babam, Finlandiya'da Rovaniemi adında bir kasabada yaşıyor. Kutup yuvarlağının içinde yer alan bir gölün kenarında küçük bir evi var. Gelecek ay güneş geceleri batmayacak. Gece yarısı güneşi bu.
- Dad, we brought tickets for tonight.
- That's fine. Don't come home too late. Be at home.
- Where to go?
- No idea! We aren't going for a movie, are we?
- Baba, bu akşam için bilet aldık.
- İyi. Eve çok geç gelme. Evde ol!
- Başka nereye gidicem?
- Fikrim yok. Sinemaya gitmiyoruz o halde, değil mi?
- Austin! Come back to bed!
- Duty calls, baby.
- Hello, Austin. I hope I'm not interrupting your honeymoon.
- No, not at all, Basil.
- Did you get that fruit basketI sent you?
- Yes, we did,
- Austin! Yatağa geri dön.
- Görev çağırıyor, bebeğim.
- Alo Austin. Umarım, balayınızı kesmiyorumdur.
- Hayır, hiç kesmiyorsun, Basil.
- Size gönderdiğim meyve sepetini aldınız mı?
- Evet, aldık.
- ln fact, you aren't that ugly. Dragon is a hundred times uglier than you are.
- Do you know, l'll kill Dragon in Taiwan?
- That's very risky.
- lf it's for you, l'm not scared at all.
- Aslında, o kadar da çirkin değilsin. Ejderha senden yüz kat daha çirkin.
- Tayvan'daki Ejderha'yı öldüreceğimi biliyor musun?
- Bu çok riskli.
- Senin içinse hiçbir şeyden korkmam.