- Russia. Our mother country suffer all; she will endure all.
- But how long will this go on?
- I don't know. Forever, most likely. Yet how beautiful all this is.
- It's snowing. Nothing is more terrible than snow falling in a temple.
- Rusya. Ana vatanımız herşeyden çekiyor; hepsine dayanacak.
- Ama bu daha ne kadar sürecek?
- Bilmiyorum. Muhtemelen sonsuza dek. Yine de tüm bunlar ne kadar da güzel.
- Kar yağıyor. Hiçbir şey tapınağa kar yağmasından daha kötü olamaz.
- Do you know how we keep war in Russia?
- I can guess.
- We play chess.
- I guessed wrong.
- It takes a keen intellect to play chess. I assume you know how to play.
- Of course.
- Rusya'da savaşı nasıl sürdürüyoruz, biliyor musun?
- Tahmin edebilirim.
- Satranç oynuyoruz.
- Yanlış tahmin etmişim.
- Satranç oynamak için keskin bir zeka gerekir. Sanırım, nasıl oynandığını biliyorsundur.
- Elbette.
- Such an unlucky year. I even had to sell my camera. No little jobs on the horizon... some smuggling?
- How about 100,000 lira with out lifting a finger?
- 100,000 lira?
- Yes.
- I could kiss you!
- Öyle şanssız bir yıl ki. Fotoğraf makinemi bile satmak zorunda kaldım. Ufukta küçük iş bile yok... mesela biraz kaçakçılık?
- Parmağını bile kıpırdatman 100.000 liraya ne dersin?
- 100.000 lira?
- Evet.
- Seni öpebilirim şu an.
- You can´t be sure there´s something there yet
- This morning I thought I felt him kick.
- How can they kick? It bet he size of my thumbnail.
- Orada birşey olduğundan henüz emin olamazsın.
- Bu sabah tekmelediğini hissettiğimi sandım.
- Nasıl tekmeleyebilir? Bahse girerim baş parmağımın tırnağı kadardır.
- l can kill him.
- Hush, keep it low.
- lf l kill him, you can.. leave him. ln this place you're the nicest. They all treat me like dog.
- No.. ln fact, you aren't that ugly. Dragon is a hundred times uglier than you are.
- Do you know? l'll kill Dragon in Taiwan.
- That's very risky.
- If it's for you, l'm not scared at all.
- Maybe you're right.
- How can l see you again? There must be a way.
- Onu öldürebilirim.
- Şşşt, sesini alçak tut.
- Eğer onu öldürürsem, ... onu terkedebilirsin. Buradaki en hoş kişi sensin. Diğerlerinin hepsi bana köpek gibi davranıyor.
- Hayır... aslında sen o kadar da çirkin değilsin. Dragon senden yüz kat daha çirkin.
- Biliyor musun? Dragon'ı Tayvan'da öldüreceğim.
- Bu çok riskli.
- Senin için olursa, hiç korkmam.
- Belki de haklısın.
- Seni tekrar nasıl görebilirim? Bir yolu olmalı.
- I know how to use it. I'm goo with my hands.
- Hey, come here! Come here! Give me the knife! Don't waste your time fucking with this guy. He's nothin'. If you blow on him, he'll fall down.
- Onu nasıl kullanacağımı biliyorum. Ellerim iyidir.
- Hey, buraya gel. Gel buraya. Bıçağı bana ver. Bu herifle uğraşarak vaktini harcama. O bir hiç. Üflesen düşecek.
- You've mistaken him for another.
- I'm not mistaken. I recognize you, Judas.
- How handsome he used to be then. Now he has lost his looks.
- Thanks to him, I spent ten years in prison......and they cut off half my tongue. I'll kill him! I'll kill him!
- He's innocent, brother. He's betrayed no one. I swear.
- Onu bir başkasıyla karıştırdın.
- Karıştırmadım. Seni tanıdım, Judas.
- O zamanlar ne kadar da yakışıklıydı. Şimdi o görüntüsünü kaybetmiş.
- Onun yüzünden... on yılımı hapiste geçirdim. .. ve dilimin yarısını kestiler. Onu öldüreceğim. Onu öldüreceğim!
- O masum, kardeşim. Kimseye ihanet etmedi. Yemin ederim.
- I told her that I was afraid. I hadn't always been fair to her and hadn't always understood how hard it must have been for her.
- I knew she could always count on you and I wanted her to know that.
- Ona korktuğumu söyledim. Ona her zaman adil olmadım ve onun için ne kadar zor olduğunu da her zaman anlayamadım.
- Sana her zaman güvenebileceğini biliyordum ve bunu onun da bilmesini istedim.
- I have to extract her. Get her to Italy ourselves.
- I know. We can have a jet in an hour. The question is how to find her.
- Steven Haladki. He works in the L.A. Office. Former FBI.
- Ona itiraf ettirmem gerek. İtalya'ya onu kendimiz götürmeliyiz.
- Biliyorum. Bir saate bir jet bulabiliriz. Soru, onu nasıl bulacağımız.
- Steven Haladki. Los Angales ofisinde çalışıyor, eski FBI'lı.
- This is what happened, Andrei. I've thought it over adn I've decided to tell you. You know how much I envied. Envy just gnawed at me. It was inside me like a poison. I couldn't stand it any longer.
- Olan biten bu, Andrei. Tekrar tekrar düşündüm ve sana söylemeye karar verdim. Nasıl da kıskandığımı biliyorsun. Kıskançlık bana acı verdi. Zehir gibi içimdeydi. Ona daha fazla dayanamadım.
- Did you know he has a son? Gallagher?
- How did you know he had a son?
- I met him once. At a party.
- Oh, you cut your hair. It looks terrific.
- Thanks. He seemed nice.
- Who?
- Gallagher's son.
- Oğlu olduğunu biliyor muydun? Gallagher'ın?
- Oğlu olduğunu nereden bildin?
- Bir keresinde onunla tanışmıştım. Bir partide.
- Ooo, Saçlarını kestirmişsin. Çok güzel görünüyor.
- Teşekkürler. Hoş görünüyordu?
- Kim?
- Gallagher'ın oğlu.