[do] f. yapmak, etmek; tamamlamak, meydana getirmek; neden olmak; düzenlemek, temizlemek; rolünü üstlenmek; ilgilenmek; uymak; ayağını kaydırmak; dolandırmak (Argo)
you and Eldridge stole beer
that did not belong to you.
…sen ve Eldridge, size ait
olmayan biraları çaldınız.
Get up tomorrow early in the morning, and earlier than you did today, and do the best that you can. Always stay near me, for tomorrow I will have much to do and more than I ever had, and tomorrow blood will leave my body above the breast. Joan of Arc
Yarın sabah erken kalk ve bugün yaptığından daha erken ve yapabildiğinin en iyisini yap. Her zaman bana yakın ol, çünkü yarın yapacak çok şeyim var ve her zaman olandan fazla ve yarın kan kalbimin üstünden vücudumu terk edecek.
And, in the case of schools, or anything else, if you have something that is forcing you to do better than you did the day before, it makes you look forward and it makes you think in a way that's going to make the product better, which is the students and the education.
Craig Benson
Ve, okullar yada başka herhangi bir şey konusunda,bir gün önce yaptığından daha iyisini yapman için seni zorlayan bir şeyin varsa, bu seni bir şekilde ileriye baktırır ve seni düşündürür,bu verimi daha iyi yapacaktır,ki bu öğrenciler ve eğitimdir.