- Rimmer, if you go through life without feeling never experiencing, you're no better than a jellyfish, no better than a bank manager.
- I don't want this feeling. I want my own memory back.
- Rimmer, hayatta birşeyler deneyimlediğini hissetmeden yaşarsan, bir deniz anasından ya da bir banka müdüründen daha iyi durumda değilsin demektir.
- Bu duyguyu istemiyorum. Ben kendi hafızamı geri istiyorum.
- l can kill him.
- Hush, keep it low.
- lf l kill him, you can.. leave him. ln this place you're the nicest. They all treat me like dog.
- No.. ln fact, you aren't that ugly. Dragon is a hundred times uglier than you are.
- Do you know? l'll kill Dragon in Taiwan.
- That's very risky.
- If it's for you, l'm not scared at all.
- Maybe you're right.
- How can l see you again? There must be a way.
- Onu öldürebilirim.
- Şşşt, sesini alçak tut.
- Eğer onu öldürürsem, ... onu terkedebilirsin. Buradaki en hoş kişi sensin. Diğerlerinin hepsi bana köpek gibi davranıyor.
- Hayır... aslında sen o kadar da çirkin değilsin. Dragon senden yüz kat daha çirkin.
- Biliyor musun? Dragon'ı Tayvan'da öldüreceğim.
- Bu çok riskli.
- Senin için olursa, hiç korkmam.
- Belki de haklısın.
- Seni tekrar nasıl görebilirim? Bir yolu olmalı.
- I hate the graveyard shift. It fucks my system.
- All the shit you eat is fucking up your system. I love graveyard. No traffic. Nothing's worse than a 459 crosstown during rush hour.
- You like graveyard because you have insomnia.
- I know what puts me to sleep.
- Mezarlık vardiyesinden nefret ediyorum. Sistemime sıçıyor.
- O yediğin boklar sistemine sıçıyor. Ben mezarlığı seviyorum. Trafik yok. Hiçbir şey 459 şehirlerarasını kalabalık vakitte geçmekten kötü değildir.
- Sen mezarlığı seviyorsun çünkü uykusuzluk sorunun var.
- Beni ne uyutur biliyorum.
- l'm scared. Please don't go tonight, stay here with me.
- No, l'll sleep downstairs. l'll protect you. l'm ten times more brutal than Dragon.
- When you're so disrespectfull ...
- But now, you're crossing the line.
- Please forgive me...
- Korkuyorum. Lütfen bu gece gitme, burada benimle kal.
- Hayır. Alt katta uyuyacağım. Seni korurum.Ben Dragon'dan on kat daha vahşiyim.
- Bu kadar saygısız olduğunda...
- Ama şimdi, çizgiyi aşıyorsun.
- Lütfen, beni affet...
- It seems they were twins. Look at that marvelous girl!
- My God! My friend, that girl is no more than thirteen years old.
- That doesn't make her less attractive.
- Sometimes these girls are women at the age of thirteen.
- İkizmişe benziyorlar. Şu harikulade kıza bak!
- Tanrım! Dostum, bu kız onüç yaşından daha fazla değil.
- Bu, onu daha az çekici yapmıyor.
- Bazen bu kızlar onüçünde kadın oluyorlar.
- Which village is that?
- Chandanpur. You may have heard of it. lt's a 3 hour journey by train. And 2 hours 30 minutes by bus. So it must be about 200 miles away.
- lt might be more than that.
- Hangi köy bu?
- Chandanpur. Duymuş olabilirsin. Trenle 3 saatlik bir yol. Ve otobüsle 2 saat 30 dakikalık. Yani 200 mil kadar uzalıkta olmalı.
- Bundan daha fazla da olabilir.
- It's a good place to be.
- Any place better than here.
- You his...
- Yes I'm his...
- This must be hell for you.
- lt is. Hell, the after life...
- Güzel bir yer.
- Başka her yer buradan iyidir.
- Sen onun...
- Evet, ben onun...
- Senin için cehennem azabı olmalı.
- Öyle. Yaşamdan sonraki cehennem...
- You see today any laptop computer now can do a lot more damage than an atomic bomb. We just hate to remind people that it is the ultimate weapon of tomorrow.
- Görüyorsunuz, bugün bir laptpp bilgisayar, atom bombasından daha çok zarara neden olabilir. İnsanlara bunun yarının silahı olduğunu hatırlatmaktan nefret ediyoruz.
- See there, I knew it. Can I tell you something?
- I am listening.
- I've only know you for... an hour or so, ...and yet, I feel like you understand me, ... better than my wife Helen ever did.
- Gördün mü, biliyordum. Sana birşey söyleyebilir miyim?
- Dinliyorum.
- Seni sadece... yarım saat falandır tanıyorum ama yine de beni... karım Helen'ın hiç anlamadığı kadar anladığını hissediyorum.
-Anything you can wear I can wear better. In what you wear I'd look better than you
- In my coat?
- In your vest
-In my shoes?
- In your hat
- No, you can't
- Yes, I can
- Giydiğin her şey bende daha iyi durur. Herne giyersen, ben senden daha iyi görünürüm onunla.
-Paltomla?
-Atletinle.
-Ayakkabılarımla?
-Şapkanla.
- Hayır, daha iyi görünmezsin.
- Evet, görünürüm.
- Disco, more than any other dance requires finess. Lean forward slightly and bend your knee for best effect. And your eyes! Maintain eye contact and give them a slight smile
- Disko dansı, diğer her danstan daha çok ustalık ister. Hafifçe öne eğil ve iyi bir etki için dizini kır. Ve gözlerin! Göz temasında kal ve ona hafifçe gülümse.
- Is there no one left to cast the bell?
- Take me with you. Let me cast the bell for you.
- Are you mad, boy?
- Take me to the Prince. Honestly, I can make everything very well for you. You won't find anyone better than me; they're all dead.
- Go to hell!
- Okay! But I know the secret of bell-making, and I won't tell.
- What are you saying?
- I know the secret. My father knew the secret of bell-making. Before he died, he passed it to me.
- Çanı toplayacak kimse kalmadı mı?
- Beni de götürün. Sizin için çanı da toplayayım izin verin.
- Sen delirdin mi, çocuk?
- Beni Prens'e götürün. Dürüstçesi, herşeyi sizler için en iyi şekilde yapabilirim. Benden daha iyisini bulamazsınız; hepsi öldüler.
- Cehenneme git!
- Tamam! Ama çan yapmanın sırrını biliyorum ve söylemem.
- Sen ne diyorsun?
- Sırrı biliyorum. Babam çan yapmanın sırrını biliyordu. Ölmeden önce de onu bana iletti.
- It is the annual banquet and presentation of the highest honour our theatre has: for the Sarah Siddons Awards. I placed in presenting this highest honour. Surely no actor is older than I.
- Bu tiyatromuzun her yıl Sarah Siddons Ödülleri için düzenlenen en onurlu yemeği ve sunumudur. Bu en onurlu geceyi sunmakla görevlendirildim. Elbette benden daha yaşlı bir aktörümüz bulunmuyor.