- l can kill him.
- Hush, keep it low.
- lf l kill him, you can.. leave him. ln this place you're the nicest. They all treat me like dog.
- No.. ln fact, you aren't that ugly. Dragon is a hundred times uglier than you are.
- Do you know? l'll kill Dragon in Taiwan.
- That's very risky.
- If it's for you, l'm not scared at all.
- Maybe you're right.
- How can l see you again? There must be a way.
- Onu öldürebilirim.
- Şşşt, sesini alçak tut.
- Eğer onu öldürürsem, ... onu terkedebilirsin. Buradaki en hoş kişi sensin. Diğerlerinin hepsi bana köpek gibi davranıyor.
- Hayır... aslında sen o kadar da çirkin değilsin. Dragon senden yüz kat daha çirkin.
- Biliyor musun? Dragon'ı Tayvan'da öldüreceğim.
- Bu çok riskli.
- Senin için olursa, hiç korkmam.
- Belki de haklısın.
- Seni tekrar nasıl görebilirim? Bir yolu olmalı.
- I told her that I was afraid. I hadn't always been fair to her and hadn't always understood how hard it must have been for her.
- I knew she could always count on you and I wanted her to know that.
- Ona korktuğumu söyledim. Ona her zaman adil olmadım ve onun için ne kadar zor olduğunu da her zaman anlayamadım.
- Sana her zaman güvenebileceğini biliyordum ve bunu onun da bilmesini istedim.
- What do you have to be mad about? I understand it must have been hard for you when I left. But you didn't put up a fight.
- What kind of fight was I supposed to put up?
- Ne için kızmak zorundasın? Gittiğimde herşey senin için zor olmuş olmalı, anlıyorum. Ama kavga çıkartmadın?
- Ne tür bir kavga çıkartmam gerekirdi?
- What do you think, Chamberlain?
- In my opinion, it's time we had a piece in our own language. Plain German for plain people.
- Kapellmeister?
- Majesty......I must agree with "Herr Direttore".
- Ne düşünüyorsun, Chamberlain?
- Bence, kendi dilimizde bir parça edinmenin vakti geldi. Sade insanlar için sade Almanca.
- Kapellmeister?
- Majesteleri... 'Sayın Direktör' le aynı fikirdeyim.
- I don't know who you are or who it was that sent you. I'd just wish you'd make haste. There's no time to lose. Because the cathedral must be built. -
- Kim olduğunu ya da seni kimin gönderdiğini bilmiyorum. Sadece acele etmeni dilerim. Kaybedecek zaman yok. Çünkü katedral inşa edilmeli.
- It's absolutely extraordinary. I must say that your laboratory exceeds the limits of man's wildest imagination.
- Absolutely. Could I trouble you for a glass of wine?
- Which is her room?
- Er, this one.
- We must move her. Where's the landlady?
- Not home.
- Where's your room?
- Two floors up.
- Take her shoulders, I'll take her feet.
- Hangisi onun odası?
- Ee, bu.
- Onu taşımamız lazım. Ev sahibi nerede?
- Evde değil.
- İki kat yukarıda.
- Sen omuzlarından tut, ben ayaklarını alıyım.
- Which village is that?
- Chandanpur. You may have heard of it. lt's a 3 hour journey by train. And 2 hours 30 minutes by bus. So it must be about 200 miles away.
- lt might be more than that.
- Hangi köy bu?
- Chandanpur. Duymuş olabilirsin. Trenle 3 saatlik bir yol. Ve otobüsle 2 saat 30 dakikalık. Yani 200 mil kadar uzalıkta olmalı.
- Bundan daha fazla da olabilir.
- It's a good place to be.
- Any place better than here.
- You his...
- Yes I'm his...
- This must be hell for you.
- lt is. Hell, the after life...
- Güzel bir yer.
- Başka her yer buradan iyidir.
- Sen onun...
- Evet, ben onun...
- Senin için cehennem azabı olmalı.
- Öyle. Yaşamdan sonraki cehennem...
- You should've told me earlier that I must take orders from you.. without grumbling. - Sorry for the misunderstanding. - All I'm supposed to do is take orders like a slave! Gracious job!
- Emirleri senden almam gerektiğini daha önce bana söylemeliydin. .. şikayet etmeden önce. - Anlaşmazlık için üzgünüm. - Tüm yapmam gereken bir köle gibi emir almak! Ne güzel iş!
- Sure. Yeah. Must be really tough. I remember when my aunt died. It was so unreal, it was the 4th of july. I'll never forget it. So, listen, Warren. I know now is definitely not the time to talk about it, but..
- Elbette. Evet. Çok zor olmalı. Halamın öldüğü zamanı hatırlıyorum. Çok gerçek dışıydı, Temmuz'un 4'üydü. Hiç bir zaman unutmayacağım. Waren, Biliyorum, bunu konuşmanın hiç zamanı değil ama...