supposed | It is generally supposed in the neighborhood that, as the first child missed gave as his reason for being away that a bloofer lady had asked him to come for a walk, the others had picked up the phrase and used it as occasion served. |
| Kayıp ilk çocuk olarak,uzakta olma nedenini güzel bir bayanın ona yürüyüşe gelmesini rica ettiğini,diğerlerinin onunla sohbet ettiğini ve bunu fırsat olarak kullandıklarını söylemesi genellikle çevrede beklenir. |
|
reason | They didn't change the decision just the reason for the decision. |
| Kararı değiştirmediler, sadece kararın sebebini değiştirdiler. |
|
estimate | How can the jury accurately estimate the testimony being given here unless they first know the reason behind this whole trial.
|
| Juri, öncelikle bütün bu duruşmanın arkasındaki sebebi bilmezse, burada verilen ifadeyi nasıl doğru bir şekilde değerlendirebilir.
|
|
employment | You said you wanted to know the real reason behind your employment. I've already given you a reason: To keep the pharmaceuticals now under development.
|
| İstihdamının ardındaki gerçek sebebi bilmek istediğini söylemiştin. Sana bir sebep verdim bile: şu anda gelişme halinde olan ilaçları korumak.
|
|
James Baldwin | The reason people think it's important to be white is that they think it's important not to be black.
James Baldwin |
| İnsanların beyaz olmanın önemli olduğunu düşünmelerinin nedeni siyah olmamanın önemli olduğunu düşünmeleridir. |
|
absence | I can't always get away on schedule. Don't forget, I still have to give Crichton some reason for my absence. |
| Her zaman belli bir zaman diliminde kaçıp gidemem. Unutma ki hala Crichton'a yokluğum için bir mazeret iletmek durumundayım. |
|
fail | The main reason both my marriage has failed, was sexual |
| Her iki evliliğimin de başarısızlıkla sonuçlanmasının nedeni seks ile ilgiliydi. |
|
Rita Mero | I have no regrets in my life. I think that everything happens to you for a reason. The hard times that you go through build character, making you a much stronger person.
Rita Mero |
| Hayatımda hiç pişmanlığım yok. Bence size olan her şey bir nedenden ötürüdür. Geçirdiğiniz zor zamanlar sizi daha güçlü bir insan yaparak karakteri oluşturur. |
|
cardiological | The reason for his mysterious death was found after the cardiological examination. |
| Gizemli ölümünün nedeni ancak kardiyolojik muayene ile anlaşıldı. |
|
reason | Well, I can't think of
any good reason why not. |
| Evlenmemek için iyi
bir neden düşünemiyorum. |
|
adopted | Another reason I think you were adopted. |
| Evlatlık olduğunu düşünmem
için bir neden daha. |
|
accurately | How can the jury accurately [bak:estimate] the [bak:testimony ] being given here...[bak:unless] they first know the [bak:reason] behind this [bak:whole] trial. |
| Eğer jüri tüm bu duruşmanın arkasındaki nedeni bilmediği sürece, burada verilen ifadeyi nasıl tam olarak değerlendirebilir ki? |
|
victory | If you're using my marriage as some victory......then there's no reason why you shouldn't go back.You gave me my first glimpse of a real life......and then you told me to carry on with a false one.No one can endure that. |
| Eğer evliliğimi bir çeşit zafer olarak kullanıyorsan…geri gitmemen için hiçbir sebep yok. Gerçek bir hayatın nasıl olacağına dair ilk işaretleri bana sen verdin…ve sonra düzmece bir şeyle devam etmemi söyledin.Kimse buna katlanamaz.
|
|
baby | To tell you the truth I didn't exactly plan on having a baby. In fact, the baby was the reason we got married. |
| Doğruyu söylemek gerekirse bebek sahibi olmayı pek de planlamadım. Aslında, evlenmemizin nedeni bebekti. |
|
eustasy | The reason of eustasy is global warming. |
| Deniz seviyesindeki küresel değişimlerin nedeni küresel ısınmadır. |
|
reason | You're the reason
Celeste broke up with me. |
| Celeste'nin benden ayrılmasının
sebebi sensin. |
|
absent | The reason we came here today is that lkari's been absent ever since then.So, we came to see if he was okay. |
| Bugün buraya geleme sebebimiz Ikari'nin uzun süredir gelmeyişidir. Bu sebele iyi olup olmadığını görmeye geldik. |
|
no | That's fair enough. But we have no reason to congratulate ourselves.
|
| Bu yeterince adil. Ancak kendimizi tebrik edecek hiçbir gerekçemiz yok.
|
|
reason | The reason for this meeting...is to tell you that you killed my son. |
| Bu toplantının nedeni... sana oğlumu öldürdüğünü söylemektir. |
|
extinguish | This time it will be different. One by one I will extinguish all your hopes, and little by little you will begin to see reason.
|
| Bu kez farklı olacak. Birer birer tüm umutlarını yok edeceğim ve yavaş yavaş yola gelmeye başlayacaksın.
|
|